Robinson Crusoe
- Admin
- 25 Tem 2017
- 14 dakikada okunur

İçerik-Giriş
Daniel DEFOE (1661 -1731) İngiliz edebiyatının tanınmış bir sanatçısıdır. Serüven dolu bir yaşam sürmüş, roman yazmaya çok geç başlamıştır. Defoe, serüven dolu yaşamındaki deneyimlerine dayanarak birçok serüven romanı yazmıştır. En ünlü eseri, Robinson Crusoe’da, bindiği gemi batınca ıssız bir adaya çıkarak orada 28 yıl tek başına yaşama mücadelesi veren bir kişiyi anlatır. Robinson Crusoe, bütün dünya dillerine çevrilmiş, sevilerek okunmuştur.
Ingiltere’de ticaretle ugrasan orat sinif bir ailenein oglu olan Robin, icindeki macera askini bastiramayip, 19 yasinda denize acilmistir. Bilge ve yasli babasinin ogutlerini dinlememis, vasat bir hayat yasamak istemmemis, kendi deyimile de bu yuzden adaya dusmus, sefil bir duruma dusmus ama ardindan Tanri’ya yaklasarak, iyi insan olam yolundaki cabalariyla hayatta kalmayi denemis ve basarmis birinin hikayesini anlatir. Bazen kendisini halkindan kacan Yunus Peygamber’e bazen sonu basindan daha hayirli olan Eyup Peygamber’e benzetir. Çunku hayatinin sonu basindan dha iyi ve hayirli olmus macera dolu bir hayati anlatan bir romandir.
Karakterler:
Robinson Crusoe: İngiltere’de orta halli bir tüccarın oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Robinson’un babası hukuk okumasını istemiş ve iyi bir egitim aldırmıştır oğluna. Ancak içindeki deniz ve macera tutkusu yüzünden evden kaçarak 19 yaşında denize açılmiş, önceden tanrıtanımaz bir karakteri ve ahlaki çizgisi olamayan bir yapısı vardır. Ancak bunlara ragmen, kendine ve aklina guvenen cesur bir karakterdir. Adaya dusup hastalaninca ic dunyasindaki boslugu ve dis dunyaya karsi olan acizligini ve zayifligini anlayarak Tanri inancini arttirmistir. Incil’i okuduktan sonra iyi bir Hristiyan ve iyi bir insan olmaya calismistir. Protestan mehzebinin tarzina uygun, insane ve dogaya onem veren, yasamak icin yasatmis, var olmak icin, hayatta kalmak icin ne gerekiyorsa yapmis, her seyi denemis, aklini kulanan, elindeki imkanlari sonuna kadar kullanan, son derece sabirli, iyiliksever, dostalrina ve arkadaslarina deger veren, akrabalarini kollayip koruyan, sozunun eri, insanlari dinine, diline ve rengine gore ayristirmayan, guvenilir, garantici, cogu seyi kayit altina alan, sahit bulunduran biridir. Basina gelenlerden tamamiyle kendini sorumlu turar. Babasini dinlemedigi ve Tanri’ya karsi geldigi icin bu durumda oldugunu dusunur. Umutsuzluga kapildigi anlarda Tanri’ya siginir ve sukreder. Bulundu durumlar yuzunden karmasik dusunceler ve ruh hali icinde olmus ama yine kendi iradesiyle ve Tanri’nin yardimiyla bu zorluklari atlatmistir. Gayret eden ve umudun yitirlidigi anda bile tekrar nasil umide sahip olunup en zor durumdan bile geri gelinip basari elde edilebilecegini bize gosterir.
Cuma: Guney Afrika sahillerinde yaşayan yerli kabilelerin birinin mensubudur. Gerçek ismi bilinmemektedir ancak Robin onu diğer yerlilerin elinden kurtardigi gün olan Cuma ismini takmıştır. Cuma orta boylarda, esmer, atletik vücutlu, dürüst, sadık ve Robinson’a babasının ve kendi hayatını kurtardığı için minnettardır. Robinson’un sozunden cikamayan, ona bir omur kolelik yapmis, medeniyetten yoksun ama cabuk ogrenen zekir bir cocuktur.
İlginç Noktalar
Robinson söz dinlemez bir gençtir romanın başında. Maceraperesttir de aynı zamanda. 17. yy’da yazılan bu eser ile 19. yy’da Samipaşazade Sezai tarafından yazılan ve macera anlamına gelen Sergüzeşt’in mukayesesi yapıldığında Robinson Crusoe romanının neden klasikler arasına girdiği açıkça belli oluyor. Bir başka ilginç husus da 17.yy’da Osmanlı Devleti Avrupa’da egemenken Robinson’un bindiği geminin Türk korsanlarınca ele geçirilmesidir. Bu da Daniel Defoe’nun İngiliz olmasının bir özelliği olsa gerek.
Robinson gemiler değiştirerek Brezilya’ya gider. Altın tozu, kölecilik, tarım vb işlerle zengin olur. Gemi alır, mürettebat kurar. Ancak gemisiyle denize açılınca gemi karaya saplanır. Mürettebat ölür, tek kalır ve bir adaya çıkmayı başarır. Işte roman da burada başlar.
Robinson her şeyi yazar, mürekkebi bitene kadar.
Romandaki üslup dikkatimizi çekmekte. Tolstoy kadar mütedeyyin olmasa da bu eserde de Tanrı’nın üzerinde durulmuş. Öyle ki Robinson daha evvelden bir tanrıtanımaz gibi yaşardı. Adaya düştükten sonra ise her gün İncil okur, hayata onunla tutunurdu. Adada tarıma bile başlamıştı. Un, peynir, yağ yapmaya bile başlar. Yazar burada sanayi devriminin sinyalini veriyor neredeyse.
Bu arada adada insana izleri ve insana ait kafa tasları görür. Korkar, psikolojisi bozulur. Bir mağaraya sığınır.
Emperyalizmin uydurması yamyam kavramı bu eserde de vardır. İnsan yiyen insanlar… Robinson bir gün yerlilerin kendi aralarında kavga ettiklerini ve birinin zor durumda olduğunu anlar. O kişiyi kurtarır diğerlerini tüfeğiyle öldürür. O kişiye de o günün ismini verir: Cuma. Cuma’ya köle muamelesi yapar, kendiside efendidir.
Bir gün yine yerliler “insane yemek” için adaya gelirler. Robinson ve Cumae sir insanları kurtarır. Esirlerin biri Cuma’nın babası, diğeri ise İspanyol bir kaptandır. Bir vakit sonra adadan kurtulma hesapları yapılır.
Bir gün adaya bir İngiliz gemisi yaklaşır. Gemideki isyan sonucu kaptanlar infaz edilmek için adaya çıkarılır. Robinson isyancıları etkisiz hale getirir, kaptanları kurtarır. Kaptan minnettardır. Robinson 28 yıl kaldığı adadan ayrılır ve 35 yıl ayrı kaldığı İngiltere’ye döner. Elbette çoğu şey değişmiştir.
Robinson Crusoe, ingiltere’de evlenir. Üç çocuğu olur. Denizci olan yeğeni ile 28 yıl kaldığı adaya gider. Orada bıraktığı İspanyol kaptan ile esirlere adayı paylaştırır. Adayı mamur eder, kalkındırır.
Detaylı Özet
1632 yilinda Ingiltere’nin NewYork sehrinde iyi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Crusoe’nin babası Bremenli bir tüccardır. Önce Hull’a yerlesen babası, Robinson ailesinin kızıyla evlenince, çift çocuklarına Robinson adını verirler. Soyismi Kreutznaer olmasına karşın, İngiltere’de sözcükler kısaltarak okundugundan soyadları Crusoe olarak tanınır.
Robinson’un iki ağabeyinden biri İngiliz piyade alayının yarbayı iken, İspanyollar ile yapılan Dunrkik Savaş'ında ölür. Diğer agabeyi hakkında hiçbir bilgisi yoktur. Crusoe ailenin üçüncü ve en küçük çocuğudur ve herhangi bir meslek sahibi değildir. Babası o günün şarlarında iyi denilebilecek bir egitim almasını sağlamıştır ve hukukçu olmasını arzulamıştır. Crusoe ise babasının aksine hukuçu olmak yerine denizci olmak ve denizlere açilmak istiyordur. Bunu öğrenen babası, damla hastalığına yakalndığından ve evden çıkamadığından, Robinson’u yanına çagırıp öğüt verir. Maceraya atılıp evden uzaklaşmanın anlamsız olacagını, hayatın alt ve üst tabaklara arasındaki kavgalar ile sürüp gittigini; üst tabakanın ihtiras ve lüks düşkünü olduğunu, alt tabakanın köle gibi çalışıp hiçbir sey elde edemediğini; buna rağmen orta tabakanın bunlardan çok etkilenmedigini, hayatını güzel bir şekilde sürdürüp, dünyanın bütün nimetlerinden istifade ettigini anlatır. Dolayısıyla da mutluluğun orta tabaka mensuplarının yaşadığını anlatır.
Babasının anlattıklarından sonra gitmemeyi ve kalmayı düşünür, ancak bu uzun sürmez. Üç gün sonra, içinde büyük bir uzaklara gitme arzusu oluşur ve bunu annesiyle paylaşır. On dokuz yaşına gelmiş hiç bir işe girememiş ve hiç bir becerisi olmamıştırr. 1651 yılının eylül ayında bir arkadaşının babasının gemisiyle ailesine haber vermeden kaçar. Gemi Londra’ya gitmektedir. Gemi daha Humber Limani’ndan ayrilmadan buyuk bir firtina çikar. Çok korkan Crusoe pişman olur, Tanrı’dan ve babasından af diler. Ancak fırtına dindiginde, yeniden her seyi unutur. Gemidekilerle eğlenmeye verir kendini. Altı gün sonra Yarmouth Limanı’na varırlar. Rüzgar olamdığından bir hafta kadar burada kalıp, sonra geri yola çıkarlar. Fakat denize açıldıktan sonra fırtına çıkar. Kısa süre sonra bu fırtınada gemi batar. Etraftaki yük gemilerinin gönderdikleri sandallarla karaya çikarlar. Arkadaşının babasıyla konuşan Crusoe, amacını ve babasıyla olan diyologunu anlatınca kaptan çok kızar. Tanrı’nın ve babasının denizci olmasına müsade etmedigini, geri dönüp babasının yanında kalması gerektigini söyler ona. Oradan ayrılan Crusoe karayoluyla Londra’ya gider. Orada başka bir kaptan ile tanışır. Hem ticaret hem de denizcilik ile ilgili bir şeyler ögrenir.
Arkadaşı ile tekrar denize açılmak ister ancak arkadaşı olur. Bu sefer yardımcı kaptan ile açılır. Bir süre sonra Türk korsan gemisi gelir ve Crusoe’yla beraber gemidekileri esir alır. Birkaç denizci de olur. Crusoe genç ve çeviktir, bu yüzden Türk kaptan onu köle olarak yanına alır. İki yıl kadar onu gemisinde, bahcesinde ve evinde çalıştırır. Ancak Crusoe bir yolunu bulup Ksuri adında bir çouckla kaçmayı başarır. Kaçarken bindikleri geminin nereye gittigini bilmeden öylece yol alırlar. Su ve erzakları azalınca, karaya çıkıp su ve erzak alıp yollarına devam ederler. Sonunda Yeşil Burun sahilerine gelmiş ve oradan geçen bir Portekiz gemisine rastlamışlardır. İşaret vererek geminin durmasını saglamışlardır. Kaptan Crusoe ve Ksuri’yi gemisine alıp onları Brezilya sahillerine kadar götüreceklerini söylemiştir. Brezilya sahillerine gelince kaptan, Crusoe’yu kendisi gibi iyi birinin ellerine teslim eder. Ksuri ise kaptanla kalmayı tercih eder. Daha önceki ölen kaptanın eşine bıraktığı 200 poundin 100’unu istemesi için kaptana vekalet verir. Burada tarım işiyle ugraşan Crusoe para kazanmaya başlar v şeker kamışıyla tütün üretir. Birkaç yıl böyle geçer. Londra’dan parase gelince birkaç araç ve kendisine köleyle yardımcı alır. Kazancı artmış, limanda yeni arkadaşlar edinmiştir. Dili öğrenmiş ve insanlara Gine’de altın tozu ve zenci köle getirilip çok para kazanılacagını anlatmanlatmıştır. Babasının öğütlerini unutup, orta tabakayı bırakmış, daha çok kazanmak icin 1659 yılının eylül ayının birinci günü büyük bir gemi ve 14 mürettabatla yola çıkar. Ancak on gün sonra fırtınaya yakalanıp, bir hafta sürüklenmişlerdir. Fırtına o kadar kuvvelidir ki üç arkadaşı denize düşüp bouğulmuştur. Sonunda karayı görmüşlerdir ama gemi batmak üzeredir. Sonunda gemi kuma saplanır. Gemidekiler sandala binip kıyıya çıkmaya çalışırlar ancak sandal alabora olur ve herkes bir tarafa dağılır. Crusoe fazlaca su yutmuş bir şekilde kıyıya ulaşmayı başarır fakat başka kurtulan olmamıştır. Kendine geldikten sonra etrafa bakar, yırtıcı hayvanlardan ve yerli zencilerden korunmak icin bir agacın tepesine çıkar ve orada uyur. Sabah olduğunda yağmur hala devam etmekte ancak deniz durgun gorünmektedir. Önce kendisine bir içme suyu bulup sonra etrafa bakarken gemisinin yaklaşık bir kilometere uzakta oldugunu görür. Gemiye gidip yiyecek içecek ve diğer ihtiyaç duyacağı malzemeleri almayı düşünür. Yüzerek gemiye çıkar ve her türlü işine yarayacak aleti alıp, geminin direklerinden yaptığı sal ile karaya geri getirir. Onu, denize bakan arkasi tepe olan açık denizi rahat görebileceği bir ev inşa etmeye başlar. Gemiden getirdigi eşyalarla tepenin içinde oda şeklinde bir magra açar ve onu büyük kazıklarla çevreleyip üzerine yelkenlerden çatı yaparak, inslardan ve vahşi hayvanlardan korunabilecegi bir barınak inşa eder. Günün iki üç saati yanına aldığı tüfek ile adada gezinip yiyecek bulmaya çalişır. Birgün keçi avlar bir gun tavşan… Bir günse gemiden getirdiklerini yiyip hayatta klamaya çalışır. Babasının sözünü dinlemedigi icin Tanrı’nin gazabına uğradığını, o yüzden böyle sefil duruma düştüğünü, babasının sözünü dinlemedigi için pişman olduğunu düşünürken, gemiden yalnızca kurtulanın kendi olduğu ve digererinin oldugu aklına gelir ve kendisinin şanslı oldugunu, Tanrı’nın hâlâ onu terketmediğini ve yaşamak için bir fırsat daha verdiğini düşünür. Gemiden getirdiği kağıt ve mürekkeple günlük tutmaya başlar. Günlükte hem yasadıklarını hem de düşündüklerini yazar, adeta günlükle konuşur çümkü etrafta konuşacak kimse yoktur ve bu eksikliği boöle gidermeye çalışır, ta ki murekkebi bitene kadar.
Adaya düşeli on ay olmasına rağmen hiçbir pişmanlık ve zaaf belirtisi göstermeden hayatta kalma mücadelesi veriyordu. Bir köpek, iki kedi ve yaralayıp evcilleştirdiği kedi ile beraber yaşamaya çalışıyrdu, ta ki hastalanıp sıtma nöbetleri geçrinceye dek. Çok şiddetli nöbetler geçiren Robinson’un aklına babasının çok zor durumda kalacaksın, sana yardım edecek kimse olmayacak, yalnız ve bitkin düşeceksin dediği gelir. Bilge babasının bir kez daha haklı çıktığını düşünür. Çok güç durumdadır. Elinde ne su ne yiyecek kalmıştır. Tüfegini alıp ava çıkar ama gücü de kalmamıştır. Sahile oturup düşünmeye başlar. Yaratan, her şeyi bilen biri olduğunu, kendini buralara sürükleyen, kendisinin iradesinin dışında büyük bir irade oldugunu, daha önce
kendisini ölumden kurtaran Tanrı’nın yine kurtarabilecegini düşünür. Geri evine dönen Robinson, gemiden aldığı İncil’i alıp okumaya başlar. Açtığı ilk sayfada “Sıkıntılı günlerinde bana sığın, seni kurtarırım, sen de bana sükredersin.” yazılıdır. Robinson tamda kendisini ve durumunu ifade eden İncil’i okumaya başlar. Meryem oğlu İsa’ya dua etmeye başlar. Bu zamana kadar yaptigi hiçbir şeyden pişmanlık duymamış, Tanrı’ya ihtiyaç duymamış ve hep O yokmus gibi yaşamıştır. Şimdi ise yaptığı hataların sonucu olarak ya da Tanrı’nın kendisini cezalandırması sebebiyle bu sefil duruma düştüğünü düşünmeye başlar. Bu yüzden hergün oturup İncil okuayarak dua eder ve hıçkıra hıçkıra ağlayıp Tanrı’ya sükreder. On beş gün sonra hastalığı tamamen geçmiş ve temmuz ortalarına gelinmiştir. Adayı keşfe çıkmış ve bulundugu yerden 5-6 km uzaklıkta çok güzel meyveler, üzüm ve kavun bulmuştur. Buna çok sevinmiş ve oraya da bir kulube yapmıştı ve bazı günler de orada kalmaktadır. Kendisine kışın yemek için uzum kurutur. Adayı dolaşırken, adanın diğer tarafının daha güzel oldugunu daha çok keçi ve kaplumbaga oldugunu görunce evi yanlış yere yaptığını anlar ama bu tarafa taşınma gibi bir niyeti yoktur. Ayrıca uzakta bir ada görmüştür ve burada insanların yaşayabileceğini belki gemilerin oraya ugrayabilecegini düşünerek oraya gitme düşüncesine kapılmıştır. Bu düşüncelerle bir ayını evinin dışında geçirip keçi ve eve bir papagan yakalayarak evine dönmüştür. Adaya ayak basalı iki yıl olmuş, otuz ağustos gününü oruç tutarak ve ibadet ederek geçirmiştir. Artık hayata başka bir gözle bakmaktadır. Tanrı’nın sözü dediği İncil’i okur ve Özellikle seni birakmayacağı gibi sözlerden çok etkilenen Crusoe, Tanrı’ya her gün şükreder. Gemiden getirdigi bir avuç pirinç ve tajil tanelerini ekmiş, tohum çogatmış ve tekrar ekmiştir. Yılı kurak, sıcak ve yağışlı olarak zamanlara ayırmış, hangi dönemde neler yapabilecegini sıralamıştır. Yılda iki kere ekim yapıp, kendisine yaklaşık birer dönümlük iki bahçe yapmıştır. Elde ettiği tajilları koyabilecegi sepetler örmeyi başarmıs, kil toprak bulup şekli çok da güzel olmayan kaplar ve tencereler yapmayı başarmıştır. Agaçtan kütükle bugdayları dövüp un haline getirmiş ve ekmek yapmayı becermiştir. Tabi ki bunları yapması bir yılını almış, bazen adadan kurtulma ümidi azalmış yok olma dercesine gelmiştir. Böyle zamanlarda Tanrı’nın sözlerini okuyup teselli ve moral bulur. Günlerini artık uc bölüme ayırır. Bir bölümünde Tanrı’nın sözlerini okuyup dua etmekte, bir bölümünde tüfegiyle dişari çıkıp yiyecek bir şeyler avlamakta, diğer bölümünde de getirdiklerini tütsüleyip pişirmekte ve yemekte. Bunları yaparken, gördüğü büyük ada aklından hiç çıkmamıştır ve oraya gitmeyi çok istemeye başlamıştır. Bunun için önce buraya geldigi sandalın başına gitmiş ama yerinden kıpırdatamamıştır. Bunun imkansız olduğunu anlayınca kendisine bir sandal yapıp oraya gitmeyi istemiştir. Bunun için denizden elli metre uzakta çok büyük bir sandal yapmış, ancak tek bir agaçtan yaptığı için denize indirmeyi başaramamıştır çünkü çok ağırdır. Umudunu yitirmeyen Crusoe bu sefer denize daha yakın bir yerde baska bir sandal yapmıştır ve bunu denize indirmeyi başarmiştır.
Kayığına biraz yiyecek, su ve silahını alarak denize açılıp bütün adayı kıyıdan dolaşmak ister ancak adanın bir tarafı çok akıntılı olduğu için bunu yapmamaz ve geri döner; çok büyük bir tehlike atlatır bu akıntı yüzünden. Adaya döner dönmez yere kapanım Tanrı’ya şükreder. Bu yolculuk ona yetmiş ve o adaya gitmeyi şimdilik ertelemiştir. Biraz yürüdükten sonra kırdaki kulubesine gelmiş, burada biraz dinlendikten sonra ise evine geri dönmüştür. Crusoe tahılları çogaltmış, küçük bir yeldeğirmeni yapmış ve ekmek yapmaya başlamıştır. Simdi keçileri evcilleştirip çogaltmayı düşünmüştür. On yıl geçmiş, barutu iyice azalmiş, bir gün tamamen bitecegini düşünmüş, keçileri yakalayip bir alana hapsetmeyi planlamış, tuzaklar kurmuş ve bu sayede de keçileri yakalamyı başarmıştır. Çitlerin içine koyduğu bu keçilerden zamanla süt sagmış ve birçok denemeden sonra süt, peynir, yag gibi temel gıdaları elde etmeyi başarmıştır. Her şey çok güzel gitmeye başlamıştır. Her şey elinin altındadır. Bir adanın krallığına sahiptir; başka bir insandan başka her şeyi vardi. Ayrıca toplumun rahatsız edici duygularindan (kıskançlık gibi) uzak yaşamakta ve içi Tanrı sevgisiyle dolmakta ve huzurlu bir hayat sürmektedir.
Bir gün sahilde bıraktığı kayığını görmek icin giderken, bir insanın ayak izini görür. Robinson bundan cok korkar ve hızla uzaklaşarak evine gider. Artık adada yalnız olmadığını düşünür ve hayatının tehlikede olduğunu varsayar. Bu korkudan dolayı bazı tedbirler almaya başlar. Önce evinin önüne yeni bir cit daha koyar, içinden delikler açar ve tüfekleri yerleştirir. Keçilerin bulunup dağıtılmasından korkan ve sonunda da aç kalacagından endişelenen Crusoe, başka yerlere de çitler dikerek keçilerin bir kızmını adanın başka yerlerine taşır. Tahıl ektiği bahçelerine de yenilerini ekler. Artık karnından çok güvenligini düşünür. Bu şekilde iki yılını geçirir. Bu korkularla adayı yeniden keşfe çıkan Crusoe sahilde insan kafatasları, kolları ve bacakları görür. Dehsete dudüşer. Başka adadan gelen yerli yamyamların esirlerini burada oldürüp yedikleri düşüncesine kapılır. Eve dönen Robinson öylece kalakalır. Arkasından yeni tedbirler almaya başlar. Bu sırada iç dünyasın da gelgitler olmaktadır. Ruhu ıstırap içerisindedir. Tanrı’ya bir yaklasır, bir uzaklaşır. Bir yanı isyan etmek isterken, diğer yanı sığınmaktan ve şükretmekten başka bir şey istemez. Önce adanın sefil tarafına düşürdüğü için Tanrı’ya isyan eder, sonra da kafataslarini görünce de sükreder. İnsanın elinde olmayanlara üzüleceğine, elinde olanlara şükretmesi gerektigini düşünür ve bundan sonra üzülmeyeceğine kendi kendine söz verir. Adaya geleli on sekiz yıl olmuş, köpeği yaşlılıktan ölmüş, papaganı iyice kelime öğrenmiş ve konuşarak Robinson’a arkadaşlik etmektedir. Bunun yanı sıra bir kaç papagan daha evcilleştirmiştir. Kediler ölmüş ama yavrularından ikisi yanındadır. Aslında korkusu olmasa bu adada rahatça yaşayıp ölebileceğini bile düşünür. Ancak adada gördükleri aklından çıkmaz, gece gündüz ruhunu kemirir. Planlar yapar, gelenleri öldürmek için sürekli adanın tepesine çikar ve gelen giden var mi diye gözetler. Ancak birkaç ay sonra bu düşüncelerinin yanlış olduguna kanaat getirir. Sonunu hazırlayan bir fikir oldugunu düşünür ve saçma oldugunu düşünüp bu fikrinden vazgeçer. Artık daha dikkatlidir. İnsan yaşamına dair iz birakmamak ve ses çıkarmamak için tufek atmaz, hatta civi bile çakmaz. Duman çıkarmasın diye odun kömürü bile yapmaya başlar. Arayış içinde geçen günlerin birinde bir magara bulur. İçi pırıl pırıl parlayan bu magara, Robinson için yeni bir yerleşim yeri olur. Birkaç eşya ve silah taşır.
Adaya yerleşeli yirmi üç yıl olmuştur. Bir yandan adadan kaçma planları yaparken, öte yandan da yerliler ile karşılaşırsa ne yapacağını düşünür. Günler böyle geçerken bir sabah uyandığında sahilde ateş yandığını görür. Korkmuş olan Crusoe bir tepeye çıkar. Üç kişiden oluşan yerliler yanlarında getirdikleri adamı yemek üzerelerdir. İçlerinden biri hızlıca koşarak kaçmaya başlar. Robin’in evine doğru kaçan adamı kurtarmak icin Robin de hızlı bir şekilde tepeden iner ve kovalayan yerlileri vurarak öldürür. Kacan kişi Robin’in ayağına başını koyarak minettarlığını gösterir. Robinson da adamı kaldırıp onu oldürmeyecegini vücut diliyle anlatmaya çaışır. Robin öldürdüğü adamları gömmesini söyler kurtardığı yerliye. Ardından da oradan uzaklaşıp magaraya dönerler. Robinson adama birkaç parça elbise verip giyinmesini söyler. Çünkü çıplaktır. Adamları öldürdükleri yere giden Robin etrafta yenilmiş, dağolmış ve yanmış insan parcaları görür. Yanındaki yerliye onları toplayıp yakmasını söyler, ancak yerli onlari yemek ister. Bunu gören Robinson çok kızar ve eğer yerse adama onu öldüreceğini ifade eden hareketler yapar. Eve döndüklerinde Robinson adama, onu cuma günü buldugu için, Cuma ismini verir. Kendi adını da “efendi” diye ögretir. Cuma efendisine bağlı ve isteklerini anında yerine getiren sadık bir köle gibidir. Robinson Cuma’ya kelimeleri ve konuşmayı öğretir. Yirmi dört yıldır hasret kaldığı insan sesine kavuşan Robinson çok mutludur. Robinson Cuma’yı çok sever ve ona çok güvenmeye başlar. Geçen süre zarfında da Cuma İngilizce’yi iyice öğrenmistir. Kendisinin düşman kabileye esir düştüğünü, iki kabile arasında sürekli savaşlar olduğunu ve daha önce adaya gelip diğer kabileden insanları yediklerini anlatır. Robin, Cuma’ya etrafta neler olduğunu sorup ondan bilgi edinir ve buradan nasıl kurtulacağını bulmaya çalışır. Bulundugu adanın Karayipler’de oldugunu ve iki saglam sandal ya da kayıkla İspanyollarin geçtigi güzergaha gidebilecegini ögrenir.
Birlikte çok güzel günler geçirirler. Robin daha önce yaptığı iki kayığı Cuma’ya gösterince, Cuma çok sevinir ve heyecanlanır. Bir gün Robin ve Cuma adayı dolaşırken yirmi kişilik yerli bir grubun kanolarla adaya geldigini görürler. Yanlarında elleri ve ayaklari bağlı insanlar vardır. Yerliler bu insanları yemek için getirmişlerdir. Robin önce yerlilerin yaptiğınınn normal bir sey olabilecegini, Tanrı’nın ve kültürünün ona nasıl bir keçi veya bir çullugu öldürüp yiyebilecegini söylüyorsa belki onlarında Tanrı’sı ve kültürü bunu öğretmiş olabilecegini düşünür. Ancak sonradan esirlerden birinin Avrupalı oldugunu görünce saladırmaya karar verir. Cuma ve kendisi silahları alarak yerlilere saldırırlar. Çogunu öldürürler ama üç kişi kaçmayı başarır. Yerde yatan İspanyol asıllı esir kurtulur. Kanoda bir yerli vardir eli ve ayağı baglı bir şekilde. Cuma bu adamı görünce çok sevinir çünkü bu adam onun babasıdır. Cuma artık hem kendisinin hem de babasının hayatını kurtardığı için Robin’e iki kat daha fazla minnettardir. Öl dese ölecek kadar baglanmıştır efendisine. İspanyol kaptan ise gemileri parcalandığı için Cuma’nın kabilesindeki yerlilere sığınmış on dört kişilik bir ekibin kaptanıdır. Robin protestan, İspanyol katolik, Cuma ve babası putperestti—gerçi Cuma, Robinson sayesinde iyi bir protestan olmuştu. Adada farklı dinlere mensup insanlar vardı. Kaptan İngilizce bilmiyordu ama kabilenin dilini öğrenmişti. Cuma da İngilzce bildiginden, Robin Cuma aracılığı ile kaptanla konuşup bilgi alır. Eger kaptanın adamları da adaya gelirse büyükçe bir gemi yapılıp buradan kurtulabilinirdi. Bunun hayaliyle bile heyecanlanan Crusoe’nun önünde iki tane engel vardı; birincisi İngilizler ve İspanyollar arasında suren mezhep savasları ve bundan dolayı Robin’in Ispanyollara karşı olan güvensizligiydi çünkü on dört kişi daha gelince Robin tek kalacaktı ve buradan kurtulduklarında Robinson’u Engizisyon mahkemelerine çıkarmaları içten bile değildi. Dolayısıyla her türlü yazılı ve sözlü anlaşmayı yaptırmıştı Robin. İkincisi ise iki kişilik erzakları vardı, şuanda dört kişi olmuslardı ve eger diğerleri de gelirse on sekiz kişi olacaklardı ve erzak yetmeyecekti. Gemi yapılsa bile gemiye koyacak yemek olamayacaktı. Bunları paylaşan Robin’e kaptan arkadaslarını altı ay sonra getirmeyi teklif eder. Mantıklı buldugu için Robin de bunu kabul eder. Ellerindeki pirinç ve tahılları daha fazla yer hazirlayıp ekerler. Yeni keçiler yakalayıp sürülerini çogaltırlar. Üzüm baglarıından daha çok üzüm kuruturlar. Hasat zamanı gelince artık her şey hazırdır. Artık sadece digerlerinin gelmesi gerekiyordur. Cuma’nin babası ve kaptan gideli sekiz gün olmuş ve Robin’le Cuma adada bekliyorlardı.
Bir sabah Cuma: “Geldiler Efendi!” diye bağırır. Robin dışarı çıkınca gelenlerin İspanyol olmadığını anlar. Hemen dürünüyle evinin üstündeki tepeye çıkarak bakar ve sandalla gelenlerin İngiliz olduğunu ve içinde esirler bulundugunu görür. Denizde açıkta bir yelkenli ve bir gemi oldugunu görür. Konusmalarında gemide isyan çıkmış oldugunu ve isyancıların geminin kaptanını ve ikinci kaptanını esir aldığını anlar. Adaya da onları öldürmek için gelmişlerdir. Robin kaptanı ve yardımcısını kuratarır, isyancı başını öldürür ve diğerlerini de esir alır. Gemiden arkadaslarını aramaya gelen on kişiyi daha etkisiz hale getirir. Sırada ise gemiyi ele geçirmek vardır. Bazı isyancılar Robin’in tarafina geçmişlerdir. Gemide sadece on beş kişi kalmıştır. Robin kaptanı ve arkadaslarını gemiyi ele geçirmek için sessizce gönderir. Gemiyi ele geçiren kaptan yedi defa top atışı yaparak bunu kutlar. Beklemekte olan Robin’i haberdar eder. Robin, kurtuluşun geldigini duşunup, şükreder. Sabahleyin kaptan yanına bircok hediye alıp, kendisini kurtaran Robin’e teşekkür için adaya gelir. Robin birkaç parça eşya ve sakladigi parasını alarak 1686 yılının 19 Aralık günü, 28 yıl sonra adadan ayrılır. İspanyollara da bir mektup yazıp adada bıraktığı esirlere verir. 1687 yılında 11 Haziran günü 35 yıl önce ayrıldığı İngiltere’ye varır. Ülkesine ulaşan Robin akrabalarını bulur. Anne ve babası ölmüştür. İki kız kardeşi evlenmiş, birinin kocası olmüş ve dul kalmıştır; diğerinin maddi durumu iyi değil ve kocası tarafından kötü davranılıyordur. Robin öldu sandıkları için mirastan pay bırakmamışlardır. Kardeşlerine bunun için kizmayan Robin, daha once 100 poundunu diger 100’unun kaldigi aldigi arkadaşının eski eşinin yanına gider. Kadın tekrar evlenmiş ve yeni eşi de ölünce çok zor durumda kalmıştır. Bunu gören Robin kadının durumuna çok üzülür ve elindeki paradan bir miktar bırakır. Dostları aracılığı ile Brezilya’da bıraktığı çifliğe ve ortagına haber gönderir. Ortagı yıllardır işlettiği çiftliği geliştirmiş ve büyütmüştür. Aradan geçen yılların kirasını ve ürünleri Robin’e gönderir.
Cuma ile Lizbona gelen Robin, Brezilaya’ya gidip yerleşmek ister. Ancak bir Protestan olarak, Katolik Brezilaya’da sorun yasayacağını; ya onlar gibi olacağını ya da gitmeyecegini düşünür. Kendisiyle çelismektense gitmemeyi ister. Brezilaya’daki arazisini satan Robin Fransa’dan İngiltere’ye geçer. Artık çok varlıklıdır. Dul kadına, kilisye ve kardeşlerine yardim eder. Daha önce onu kurtaran kaptan ve oğluna bile yardim eder. İngiltere’ye yerlesen Robin evlenir ve iki erkek ve bir kiz olmak uzere üç çocuk sahibi olur. Eşi ölünce çocuklarıyla yalnız kalan Robin, daha önce yegenlerinden birinin denizci olarak yetişmesi için bir kaptanın yanına vermiştir. Yegeni çok iyi bir denizci olmustur. Robin bu yegeni ile denize açılmış ve düştüğü adaya gitmiştir. Buradaki İspanyol ve biraktığı esirler arasında adayı paylastırmış, Brezilya’ya geçmiş ve oradan bir yelkenli alıp adadaki insanlarla evlenmesi için kadınlar; hayvanların çogalması için hayvanlar koyup adaya göndermiştir. Hiçbir zaman akıl sır erdiremedigi olaylar zincirinin tesadüfe yer birakmadan, büyük bir koruyucu ve çok sefkatli bir yaratıcı tarafından nasıl idare edildigini anlamaya calışan Robin, maceralarla dolu hayatının son dönemlerini geçirmek için ülkesine, çocuklarının yanına yerleşmiştir.
Çıkabilecek sorular:
1. Robinson Crusoe neden babasını dinlemez? Ne yapmak ister?
2. Robinson hangi ülkede zengin olur ve daha sonra o ülkeye de gidip arazilerini satar?
3. Robinson Crusoe’nun Tanrı’ya yönelmesi nasıl olmuştur?
4. Robinson adada kaç yıl kalmıştır? Adadan onu kimler kurtarmıştır?
5. Eserde inanç ile yaşama isteği nasıl ilişkilendirilmiştir?
Comments