top of page

Yol Arkadaşım

  • Yazarın fotoğrafı: Admin
    Admin
  • 4 Ağu 2017
  • 10 dakikada okunur



İçerik-Giriş


Dünyaca ünlü Rus yazar Maksim Gorki 19.yy yazarları arasındadır. Romantizmin bitişiyle birlikte başlayan realizmin etkisinde kalmış halkçı bir yazardır. Kitaplarında sıkça Sovyet ideolojisini desteklememekle birlikte Rus aydın tabakasında yer aldığı Sovyet kültür kurumlarında büyük bir kabul görmüştür. Uzun yıllar Avrupa’da yaşadı. Sonra Rusya’ya döndü. Bütün eserlerinde savaşın acımazlığı, yıkıcılığı ve bireyin kurtuluşunun toplumsal kurtuluşa dönüşümü ana temel olarak verilmiştir.


Karakterler:


1.Bölüm- Yol Arkadaşım


Maksim: Dürüst, ahlaklı, fakirliğinin ve gücünün farkında olan, mevcut sisteme karşı gelmeden, kimsenin hakkını yemeden çalışıp hayatını devam ettiren, dinini yaşamaya çalışan, arkadaşlı ve dostluk kavramlarına değer verir, yola arkadaşını olduğu gibi kabul eder.

Şakro Ptadze: Maksim'in yol arkadaşı. Keyfine düşkün, tembel ve içki içmeyi sever. Prens olduğunu söyler ve çevresindeki halkı küçümser. Yalan konuşmayı ve vaatlerde bulunarak boş hayallerle insanları umutlandırır. Kendi çıkarlarını, istek ve arzula önemser bencildir.


II. Bölüm- Bir Zaman İnsan Olan Yaratıklar


Aristid Kuvalda (Yüzbaşı): Elli yaşlarında emekli bir yüzbaşı. Uzun boylu, kaba suratlı, kirli sakallı, iri gözlerinden saygısızca mutluluk okunan, kalın bir sesle boğazından konuşan, ağzından dışarı çıkan iki uzun sarı dişler, kolları uzun, bir ayağı sakattır. Piposunu ağzından hiç düşürmez, günün çoğunu tuğla üzerinde oturarak yada pansiyonun karşısındaki lokantada yemek yiyip votka içerek geçirir. İşlettiği pansiyonda her gelene pasaport sorar. Resmi belgesi olmayanı almaz. Bir arkadaşından başka kimseye iyi davranmayan, kaba bir herif.


Öğretmen Filipe: Bir zamanlar Volga nehri üstündeki enstitüde ders vermiş bir olay sonucu işten atılmış, sonra tabakhanede memur olarak çalışmış sonra buradan ayrılmak zorunda bırakılmış, sonra özel bir kütüphanede çalışmış, sonunda sınavlara girerek avukat olmuş. Fakat içki onu diğerleri gibi yüzbaşının pansiyonuna düşürmüş. Uzun boylu, yuvarlak omuzlu, uzun burunlu, çıplak kafası, ince sakalının olduğu kemikli yüz. Ekmeğini yerel gazetelere yazı yazarak kazanırdı ve bu kazandıklarını yüzbaşıya verirdi. Devlet kurallarını, ahlaki kuralları bilir, ceza almadan üç kâğıt ve dolandırıcılık nasıl yapılır bilirdi. Konuşunca sözü dinlenir her şey hakkında bilgisi vardır, insanlara da saygılıdır. Kazandığı paranın bir kısmını yoksul çocuklara harcar. Felsefe yapmayı sever. Yüzbaşının tek saygı duyduğu ve değer verdiği kişidir.


III.Bölüm- Çelkaş


Grişka Çelkaş: Eski bir ayyaş, usta bir hırsız. Kel kafalı, çirkin görünüşlü, üstü başı perişan, ağır yürüyen, etrafını iyi gözlemleyen, hırsız olmasına rağmen arsız olmayan, paranın kölesi olmamış, para için alçalmamış, ancak insanları kandırmak için zayıf noktalarını kullanan bir karakter.


Gavrilla: Genç, güçlü bir köylü. Sevdiği kızın ailesine iç güveysi olarak gitmemek için köyünü terk edip gündelikle karnını doyuran anne ve babasını unutmayan onlar içinde bir şeyler yapmaya çalışan karakter. Saf, namuslu, günah işlemeyen, gayri ahlaki bir şey yapmayan düzgün bir insandı. Ancak çok para kazanma hırdı birden karakterini değiştirir. Çalınan parayı elde etmek için yalvarma, yakarma, hatta adam öldürmeye bile yeltenir.


Detaylı Özet:


1.Bölüm- Yol Arkadaşım


Odessa limanında gündelik sekiz kapike çalışıyordum. Bir gün üstünü başını züppe gibi giyinmiş Kafkaslılara benzeyen birisine rastladım. Herkesin bir iş, bir parça ekmek için koşuşturduğu bir dönemde boş çay kutularının üstüne oturmuş elindeki sopayı kaval gibi tutarak etrafa boş boş bakan kişi dikkatimi çekti. Dört gün boyunca izledim. Bir gün dayanamayıp tanışmak istedim ancak üstüm başım perişan elim yüzüm kömür karasıydı. Biraz çekinerek karnı aç mı diye sorunca evet cevabını aldım elimdeki kavun ile bir parça ekmeği onunla paylaştım.

Üzerindeki modaya uygun giysisi, buharlı gemilerin, makine düdüklerinin, işçi bağırmalarının, telaşın olduğu, insanın sinirlerini ve duygularını öldürdüğü limanda onun varlığı anlaşılmaz bir şeydi.


Kavunla ekmeği yedikten sonra dostça elimi sıkıp teşekkür etti. Bende ona bir yakınlık hissettim. Adının Şakro Ptadze olduğunu, Kafkasyada zengin toprak sahibi Kutayisin tek oğlu olduğunu, ülkesinde demiryolunda çalışırken arkadaşı tarafından soyulduğunu ve kendisini soyan kişinin Batum üzerinden Odessa’ya geldiğini öğrendiği bu arkadaşını bulmak için bir berberin pasaportunu alıp Odessa limanına geldiğini ve parasının bittiğini hırsızı bulamadığını anlatır.


Daha ondokuz yaşında olan Şakroya inandım ve acıdım. Ona Batum’a götürecek bilet almak istedim param yetmedi. Sonra istasyondan bilet dilendim ve reddedildim. Ona para biriktirmek istiyorum ancak ben sekiz kapik alıyorum en az dört kişilik yemek yiyen arkadaşımla bana altı kapik anca yetiyor. O günler kıtlık günleriydi. Kırım’a köylüler akın akın geliyordu iş bulmak çok zordu ve gündelikler çok düşüktü. Arkadaşım ise hiç çalışmıyor ve çalışmak istemiyordu.


Onunla karşılaşmadan önce Kırıma gitmeye karar vermiştim. Kırım’a beraber yürüyerek gidecektik. Sonra Şakroyu Tiflis’e gönderecektim. Eğer ona yol arkadaşı bulamazsam ben onunla gitmeye söz verdim.


Arkadaşımla Herson’a vardığımda onun hakkında çok şey öğrendim. Karnı doyunca neşeli, acıkınca sinirli hayvan kadar ters bir kişiliği vardı. Kendisi prens olduğundan köylüleri hem çok hem de değersiz görüyordu. Kafkas halkının yaşantısının kurallarını biliyor ve onun dünyadaki tek doğru olduğuna inanıyordu. Kendisinin güçlü ve akıllı olduğuna inanıyor kendi kendisine doğru yolu bulacağına ve bunun içinde bir başkasının öğütlerine ihtiyacı olmadığını düşünen saf bir cahildi.


Kendisinin Hristiyan olduğunu, İsa’nın tanrı olduğu için Yahudiler tarafından çarmıha gerilince ölmediğini göğe yükseldiğini oradan tüm dünyaya yasalar gönderdiğini düşünüyordu.


Arkadaşıma evrensel kurallardan ne kadar bahsetmeye kalksam da reddediyordu. Çünkü kendisi kör bile olsa karanlıkta yolunu bulacağından emindi. Kendisine karşı her zaman dürüsttü. Aslında ondan nefret ediyordum. Ancak onunla anlaşacağımız yanlarımız olduğuna inanıyordum. Kırım’a yaklaşmıştık. Yeni bir limanın yapılmakta olduğu Feodosya’ya yöneldik. Prens gidince kendisinin de çalışacağını söyledi. Böylece kısa zamanda para biriktirip Batum’a geçecektik. Prens, Batum’da çok tanıdığı olduğunu bana bir iş, ev ve eş bulacağını çok mutlu olacağımı söyleyerek vaatlerde bulunmuştu. Çok yol yürüdüğümüz için üstü başı perişan olmuştu. Yeni elbisesini satıp eski elbise almıştı.


Sonunda Kırım’a varmıştık. Cebimizde hiç para kalmadığından etraftaki meyvelerden yiyerek karnımızı doyuruyorduk. Sonunda bir haftalık iş bulup parasını peşin aldım ve bütün parayı yiyeceğe verdim. Yiyecekleri Prense teslim ettim işe gittim. Geri döndüğümde hepsini yemişti. Artık ona kızamıyordum. Kafamda garip bir fikir olmaya başladı. Fikir ona sabırla katlanmamı sağlıyordu. Prensi tanımaya çalışıyordum. O serbestti ve beni köle gibi çalıştırıyordu. Bu onun güçlü kişiliği olduğunu gösteriyordu. Ona bakmamı istiyordu. Bazen kendini dilenci gibi gösterir birkaç kapik kazanırdı. Benimse kazancım ikimize özellikle yol arkadaşımın midesine anca yetiyordu. Her şeye rağmen onu bırakamazdım çünkü o, benim yol arkadaşımdı.


Sonbahar yaklaşıyor ve daha gidecek çok yolumuz vardı. Kırım’ında her tarafını dolaşmıştık. Kırım’ı arkada bırakarak Fedosya'ya geçtik. Böylece meyve yeme umutları da arkada kalacaktı.


Gece Aluştaya yaklaştık Şakro’yu deniz kıyısından gitmeye ikna ettim çünkü temiz hava güzel olurdu. Bir ara sessiz sessiz dua ederken Şakro bana bakarak kahkahalar ile gülmeye başladı. Benimle dalga geçiyor, hakaret ediyor, aşağılıyordu. Çok nefret ettim, kızdım ama onu bırakamazdım. O, benim yol arkadaşımdı.

Feodosya’da hayal kırıklığına uğramıştık. Bizden önce gelen Türk, Yunan, Gürcü ve serseriler bütün işi kapmış yaklaşık dört yüz kişilik grup aç ve işsiz bekliyordu. Her taraf serseri, köylü ve hırsızlarla doluydu. Bize de hırsızlık girişiminde bulundular. Ancak ucuz atlattık. Şakro son zamanlarda kadınlardan söz etmeye başladı. Karşı cinsten birini görünce uygunsuz hareketler sarf etmeye başlıyor kadınlardan, cinsellikten açık açık konuşuyordu.


Bir gün bir kadının ondan hiçte alçak bir yaratık olmadığını anlattım. Bundan sonraki konuşmalarına birazcık mani oldum.

Kerç’e varmak için epey yürümüştük. Yolda grup grup insanlarla karşılaşıyorduk. O yıl Rusya’da çok kıtlık olmuştu. İnsanlar Kırım’a doğru göç ediyorlardı. Yolda karşılaştığımız açlıktan kemikleri sayılan çocuklar ve yaşlılar vardı. Prens kendisine ortak dilenci çıktığı için Ruslara çok kızıyordu. Kerç’e vardığımızda parasız ve açtık. Saatte epey ilerlemişti. Polise yakalanmamak için kuytu bir yerde kalmış iliklerimize kadar ıslanmıştık. Kerç’ten Taman’a gitmek için kayık kiralamamız gerekiyordu. Ancak paramız olmadığından kimse bizi karşıya geçirmiyordu. Prensin pasaportu sahte olduğundan polisten de kaçıyorduk. Sonunda gümrükten bir sandal çalıp karşıya geçmeye karar verdik. Fırtınalı bir havada son anda alabora olan kayığımızla karşıya çıktık.


Sandal dalgadan devrildiğinden bizimde heryerimiz ıslanmış olarak kendimizi kıyıya attık tam kurtulmuştuk ki üç büyük çoban köpeği karşımızda idi. Arkasında da çobanlar vardı. Neyse ki korkulan olmadı. Çobanlar bizi ateşin yanına götürdü. Ben bütün hikayemizi anlatınca bize yemek verdiler elbiselerimiz kuruyunca biraz yiyecek vererek yolcu ettiler. İçlerinden bazıları bizi Ataman’a ya da orman polisine teslim etmek istedi ancak yaşlı adam karşı çıktı. Bizde yolculuğumuza devam ettik.


Prens giderken gülmeye başladı. Nedenini sorduğumda bizi Ataman’a götürselerdi senin beni boğduğunu ve öldürmek istediğini söyleyip kendimi kurtarmak istedim dedi. Su içindeyken böyle düşünmüş ancak sonra düşüncesinin yanlış olduğunu anlamış. Sonra gülmesini keserek bana sen iyi bir adamsın dedi ve gidince bana ne gibi güzellikler yapacağını anlattı.


Yeni bir ahlak anlayışı ve yeni amaçları olan insanların büyük umutsuzluklarını düşündüm. Hayatın yollarından yalnız geçerler. Karşılaştıkları yol arkadaşları onlara katılır. Fakat onları asla anlayamazlar. Hayat bu yalnız ruhlar için işkencedir. Oradan oraya umutsuzca sürüklenirler. Havada uçuşan fakat pek ender olarak verimli toprağa düşen iyi tohumlar gibidirler.


Gittiğimiz yerde çok iş vardı ancak prens yine çalışmıyordu. Bir gün bahçede çalışırken sarhoş bir orospu ile geldi. Şakro ayakta duramıyordu. Kadın bana küfürler ediyor, Şakro'yu kandırdığımı ve parasını aldığımı söylüyor dediğimi yapmazsan Ataman’a gideceğini söylüyordu. Kadını sarhoş ederek ikna ettim ve uyuttum. Sabah erkenden Şakroyla yola koyulduk.


Yolda çok şiddetli bir yağmura yakalandık. Şakro çok korkmuş ancak ben çok mutlu olmuştum. Bağıra bağıra şarkı söylüyordum. Şakro birden beni yere yatırdı ve çok kızdı. Tanrının gök gürlemesiyle konuştuğunu söyledi ve arkasından kendisinin efendi, benim kölesi olduğumu, yol boyuncu her istediğini yapmam gerektiğini, Tiflise varınca ücretimi fazlasıyla ödeyeceğini söylüyordu. Ben ise gülerek dinliyordum.


Tiflise yaklaşıyorduk. Yaklaştıkça Şakro'nun morali bozuluyor yüzü asılıyordu. Yolda bir iki hırsızlık yapmış bu yüzden kavga etmiştik. Ona hırsızlığın kötü bir şey olduğunu anlatmaya çalışmıştım. Tiflis’e varınca arkadaşlarım beni bu halde görmesinler diye gece şehre girelim dedim. Ben bir Prensim Maksim diyordu. Akşam iliklerimize kadar işleyen soğuğa aldırmadan birer sigara yaktık. Ben sıcak bir evin ve sıcak yemeklerin hayalini kuruyorken Şakro bana, Maksim sen burada biraz bekle ben arkadaşlarıma anne ve babamı sorup hemen geleceğim dedi. Dört aylık yolculuğumuzdan sonra Tiflis’e geldiğimizde Şakro gitti ve bir daha da hiç dönmedi ve ben onu bir daha görmedim. Ama onu hep iyi tarafları ile hatırlıyorum.


II.Bölüm - Bir Zamanlar İnsan Olan Yaratıklar


Yoksulluğun neredeyse son noktasının yaşandığı bir şehirde bir zamanlar demirci dükkânı olarak kullanılan yeri şimdi Aristid Fomiç Kuvalda isminde emekli bir yüzbaşı pansiyon olarak işletmektedir. Önce kayıt bürosu sonra bir yayın evi çalıştırmış ve gül gibi geçinip gitmişti. Şimdi ise yıkık dökük her tarafı pislik içinde, kir ve pastan duvarlarının bile görülmediği pansiyonu işletiyordu.


Kendisi ve müşterileri sürekli içen sarhoş insanlardı. Buraya rahatına ve lükse pek düşkün olmayanlar gelir. Parasının hepsini içkiye veren düşkünlere bile yardım ediyordu. Hatta bazen para vererek sabaha kadar beraber içerlerdi. Pansiyonda bir zamanlar varlıklı tüccar, öğretmen, bir dergide yazar gibi değerli insanların, daha sonra bir sebepten hayatın dışına itilmiş kendisini içkiye vermiş zavallı acınası insancıklar gelirdi.


Mesela oradaki bir öğretmenin çok parlak bir geçmişi vardı. Bir enstitüde ders vermiş bir sebepten oradan ayrılmış. Daha sonra kütüphane’ye oradan tabakhane memurluğuna ve sonunda içki, pansiyona düşürmüş. Yüzbaşı en çok öğretmende kendisini buluyordu. Onunla ara sıra felsefe yapıyordu. Bazen öğretmenin her gün getirdiği gazeteyi okur dünyada ve ülkede neler oluyor bilmek isterlerdi. O yüzden her gün belli saatte öğretmenin başına toplanırlardı.


Kendileri gazete okuma, dövüşme ve tartışmaların yanı sıra kâğıt oynayarak oyalanıyorlar içlerinden bazılarını hile yaptığı için aralarına almıyorlardı. Bazen de aralarında tartışma çıkar, tartışma kavgaya dönüşür, yüzbaşı çok kuvvetli olduğundan arıza çıkaran kişiyi bir güzel pataklardı. Sonra yine her şey eskisi gibi devam ederdi. Bazen kötü huylar insanı iyi yapar. Bir zamanlar insan olan yaratıklar ailelerinden, çocuklarından hiç söz etmezlerdi. Kimse ailesinin bile tam olarak nerede olduğunu bilmezdi. Sorulduğu zaman ise kısaca birkaç kelime ile bahseder sonra konuyu kapatırlardı.


Bir zamanlar insan olan yaratıklar pansiyonun karşısındaki lokantada toplanırlardı. Orada iyi tanınırlardı. Kimileri onları hırsız sanar kimileri çok içtikleri için dik dik bakarlardı. Fakat herkes onların akıllı olduklarını düşünerek saygı gösterirlerdi.


Lokanta ana sokağın bir çeşit kulübüydü ve bir zaman insan olan yaratıklar kulübün en saygın üyesiydi. Cumartesi akşamı ve Pazar sabahı çok kalabalık olduğunda kulübün en hoşa giden konukları olurdu. Onlar sokağın terk edilmiş, sefalet içinde yüzen sakinlerinin yanı sıra onların ruhlarını da birlikte getirmişlerdi. Bu ruhlarda var olma savaşında yorulmuş yada yitmiş. Yüzbaşının barınağındaki insanlar kadar sarhoş ve yine onlar gibi kasabadan atılmış insanların hayatını canlandıracak bir şeyler vardı.


Her konuda bir şeyler söyleyebilmeleri, özgürce düşünebilmeleri, yetenekli olmaları, tüm sokağın dehşet duyduğu kimselerden korkmamaları elbette ki birlikte oturdukları insanların çok hoşuna gidiyordu. Üstelik yasaları da oldukça iyi biliyorlardı. İnsanlara öğüt veriyorlar, dilekçe yazıyorlar, cezalandırılmadan nasıl dolandırıcılık yapabileceklerini anlatıyorlardı. Bunun karşılığın da bedava votka içiyorlardı. Yeteneklerinden kendilerine bol bol övgü yağdırıyorlardı.


Sokağın sakinleri tutkularına göre iki gruba ayrılmıştı. Bir bölümü iyi bir asker, akıllı ve yürekli kimse dedikleri yüzbaşıyı, öbür kesim ise öğretmenin Yüzbaşı Kuvalda’dan daha üstün olduğuna inanıyorlardı. Kuvalda'nın hayranları sarhoş, hırsız, katil, dilencilikten hapishaneye kadar her bir yolun yolcusu vardı. Öğretmene saygı duyanlarda kendisinden bir şeyler bekleyen ve uman insanlarla hemen hemen hiç bir şeyle uğraşmayan her zaman aç insanlardı. Öğretmen etrafındaki insanlara öğütler veriyor, bir zamanlar insan olan yaratıkları tekrar eski hallerine döner diye gayret ediyor sonra gözlerinde acı ve ümitsizlikle etrafına bakınıyordu.


Bir zamanlar insan olan yaratıklar meyhanecinin koşusundan kopardıkları parayla verdiği ziyafette yemek yiyip bolca votka içiyorlardı, ancak üç gündür ortalıkta görülmeyen öğretmen Filipe’yi sorup duruyordu Yüzbaşı Kuvalda. Çünkü sadece onunla konuşabiliyordu. Etrafındaki varlıklara yaratık gözüyle bakan yüzbaşı onların hem parasını alıyor hem de çok kaba davranıyordu. Hatta bazen onlardan bazılarını pataklıyordu. Gecenin geç saatlerine doğru atlı bir araba öğretmeni getirdi. Öğretmen içkinin sebep olduğu hastalıktan dolayı ölüm döşeğine düşmüş yayınevindeki arkadaşı üç gün bakmış sonunda pansiyona getirmişti. Üç yıldır pansiyonda kalıyor ve yüzbaşının tek arkadaşıydı.


Odasına çıkarıp yatağına yatırınca öleceğini anlayan yüzbaşı çok üzülür. Kısa bir süre sonra ölür. Ancak yüzbaşı öldüğüne inanmaz onunla konuşmaya devam eder.


Sabah olunca polise haber verilir. Bir zamanlar insan olan yaratıkların gözleri önünde öğretmenin cansız bedenini götürürler.


III. Bölüm- Çelkaş


Güneyin masmavi göğü altında, araçların tozları ve güneşin sıcaklığı bir birine karışmış limanda, granit, çelik, kereste, körfezin taş kaldırımları, gemiler ve insanlar hep birlikte Merkür'e adanan bu çılgın ve hırslı ilahinin güçlü nağmelerini oluşturuyorlardı ama bunların içinde zorlukla işitilebilen insan sesleri zayıf ve gülünçtü. İnsanlar acınacak durumdaydı.


Sırtlarındaki ağır hayat yüküyle kendi ellerinden çıkan büyük makineler arasında hayatları esir alınmışçasına toz, duman, açlık ve perişanlıkla insanlar oradan oraya koşturuyorlardı. Paçavralar içinde terden sırılsıklam olmuş bedenleri sıcaktan donuklaşmış insanlar makinelerin altında küstahça eziliyorlardı.


Gruplar halinde limana dağılan işçiler kadınlardan aldıkları yemekleri gölgelik bir yerde yemeye çalışırken eski bir ayyaş yürekli ve usta bir hırsız olarak tanınan yaşlı tilki Grişka Çelkaş onlara doğru geliyordu. Yalınayak başı keldi. Üzerinde eski bir elbise vardı kemiklerini gösterecek yırtık bir gömlek. Akbabalara benzeyişi ile aç görünüşlü inceliği, yumuşak görünüşü ile her an avının üstüne atlayacak gibi duruşuyla dikkat çekiyordu.


Yürürken zabıta memuruna beraber hırsızlık yaptığı Mişkayı sorar. Mişkanın ayağının demir altında kaldığını hastaneye götürdüklerini öğrenir. Zabıta memuru Çelkaş’ın limandan gitmesini söyler ancak zabıtanın da hırsızlık yaptığını bildiğini söyleyince çok karışmak istemez.


Çelkaş gecenin olmasını ve çalacağı malları ve kazanacağı paraları düşünüyor. Ancak bu işi tek başına beceremeyeceğini anlar. Kendisine bir arkadaş arar. Limanda elinde tırpanı ile ekin biçen Gavrilla ile tanışır. Paraya ve işe ihtiyacı olan Gavrillayı balığa çıkacağız diyerek lokantaya götürüp karnını doyurur sonra ona içki ısmarlar ve sarhoş olan Gavrilla bir ağacın altında sızar.


Gecenin ilerleyen saatlerinde yağmurunda etkisiyle kendine gelen Gavrilla uyanır. Çelkaş zamanın geldiğini gitmeleri gerektiğini söyler. Gizlice limana yanaşıp oradan bir sandal alırlar. Kürekleri Gavrilla çeker kısa bir zaman sonra balık tutmaya gitmediklerini hırsızlık yapacaklarını anlayan Gavrilla huzursuz olur ve korkmaya başlar. Çünkü hayatını hep çalışarak kazanmış yoksulluğa rağmen hırsızlık yapmamıştır. Çelkaş ise hayatını hırsızlıkla devam ettiriyor. Bu olaylar onun için çok sıradan bir iştir. Gavrilla ne kadar itiraz etsede Çelkaş pasaportunu aldığı için mecburen dediklerini yapacaktır. Hem Çelkaş dediğini yapmazsa onu öldüreceğini söyler.


Sonunda hırsızlığı yapar ve içinde ipek dolu iki kutuyu bir gemide satar. Bunun karşılığında beş yüz kırk ruble kazanır. Günlük beş veya altı kapike çalışan Gavrilla’nın gözünü döndürür. Onun için çok paradır. Bu paraya sahip olduğunu düşünür bir an köyüne gidecek ev yapacak hayvanlar alıp evlenecek mutlu mesut yaşayacaktır. Bunun için kendi hakkı olan kırık rubleye kanaat etmez ve Çelkaşa saldırıp parasının hepsini alır. Çelkaş yaralanmıştır ama umursamaz. Sonunda Çelkaş sahilin bir tarafına Gavrilla başka bir tarafına doğru giderler.

 
 
 

Kommentare


Featured Review
Tag Cloud

Copyright @ 2017 - Ozetdunyasi.com Bütün Hakları Saklıdır.

  • Grey Facebook Icon
  • Grey Twitter Icon
  • Grey Google+ Icon
bottom of page