top of page
Ara

Küçük Ağa

  • Yazarın fotoğrafı: Admin
    Admin
  • 4 Mar 2018
  • 15 dakikada okunur

İçerik- Giriş:


Süleyman Tarık Buğra, 2 Eylül 1918 tarihinde Akşehir'de doğdu. İlk ve ortaokulu Akşehir'de okudu. 1936 da Konya Lisesini bitirdi. Lise yıllarında Tarık Nazım müstear ismiyle hikâye ve şiirler yazmaya başladı. İstanbul Üniversitesi tıp ve hukuk fakültelerinde bir süre okudu. Sonra kaydolduğu Edebiyat Fakültesi Türk Dili Edebiyatı Bölümü'nün son sınıfında ayrıldı. Cumhuriyet gazetesinin açtığı yarışmada Oğlum(uz) adlı öyküsüyle büyük ödüle layık görüldü. Akşehir'e dönerek Nasrettin Hoca gazetesini çıkardı. Milliyet, Vatan, Yeni İstanbul gazetesi, Yol Dergisi ve Tercüman gazetesinde sanat sayfaları düzenledi, fıkralar yazdı, yazı işleri müdürlüğü yaptı. Son dönemlerinde Türk Edebiyatı ve Hisar dergileri ile Türkiye gazetesinde yazdı. Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının tanınmış yazarlarındandır. Çok yönlü bir yazar olan Buğra, özellikle romanlarıyla tanınır. 1991'de Devlet Sanatçısı unvanı almıştır. 26 Şubat 1994 tarihinde İstanbul'da öldü.


Küçük Ağa’da, Birinci Dünya Savaşı’nda mağlup olan Osmanlı Devleti’nin genel durumunu verildikten sonra bağımsızlık mücadelesi anlatılır. Kuvayımilliye’nin kuruluşundan yerini düzenli orduya bırakmasına kadarki zaman akıcı bir dille anlatılır. Eserin en önemli teması anlatılan dönemin en büyük çatışması olan Kuvayımilliye ile padişah arasındaki iktidar ve güç mücadelesidir. Bir tarafta yurt işgal altında iken, diğer tarafta vatanın kurtuluşunu padişahta ve Kuvayımilliye’de görenler arasındaki mücadeleden bahsedilir. Kuvayımilliye taraftarları padişahı kurtarmayı amaçladıklarını, padişahın İngilizlerin elinde esir olduğu düşüncesini savunurken; İstanbul Hükümeti Kuvayımilliye yandaşlarını isyancı olarak görür ve haklarında fetva çıkarır.


Karakterler:


Küçük Ağa: Karakterli, olgun bakış açısına sahip, vakarlı, mütevazı, ilim ve iman sahibi, ileri görüşlü ve devlete bağlı çalışan Akşehir'in İstanbullu hocasıdır. O dönemde kurulan Kuvayı Milliye ve çetelere karşıdır. Olumsuz şartlardan dolayı çeteye katılır ve Küçük ağa olarak Ankara ile gizli ilişkisini koparmadan vatan ve iman mücadelesine burada devam eder. Meselenin kim olduğu değil, ne ve niçin olduğu düsturunu savunur.


Çolak Salih: Cepheden sağ kolunu kaybetmiş olarak gelir. İçerisindeki imanın ve umudun bitmediğini fark eder ve bütün olumsuz şartlara rağmen vatan için hala yapacak bir şeyler var der. Silah tutmak ve mücadele etmek istese de kendisine Kuvayı Milliye için haber taşıma görevi verilir.


Reis Bey: Akşehir de ceza memuru olarak çalışır. Kuvayi Milliye taraftarıdır. Vatan için mücadelesine Ali Emmi ve diğer bir kaç kişi ile birlikte halk arasında sözlü olarak devam eder. Bunun için de görevinden istifa eder. Sevilen ve saygı duyulan kişidir.

Ali Emmi: Akşehir'in ileri gelenlerindendir. Halk arasında Kuvayi Milliyenin gözü kulağıdır. İleri yaşından dolayı mücadelesini gönül bağı ile yapar.


Doktor Haydar: Akşehir'in ilk yetiştirdiği doktordur. Cephede yaşadıkları onu içine kapanık yapar. Halk ayaklanması olan Kuvva'da vatanı için mücadeleye devam eder. Salihin yakın arkadaşlarındandır.


Niko: Akşehir'de yaşayan, Salih'in en yakın Rum arkadaşıdır. Osmanlı topraklarında yaşasa da Pontus Rum Devletini kurmak için gizliden İstanbul'a giderek bu halka ihanet eder. Bundan dolayı Salih'in düşmanlığını kazanır. Salih harp meydanında Nikoy'u öldürme düşüncesi ile yaşar.


Çerkez Ethem ve kardeşleri: Çerkez Ethem çete reisidir. Vatan için mücadele ederken çıkarları Ankara ile uymayınca ihanet eder ve Yunanlılara teslim olmak zorunda kalır. Bencilliğinin kurbanı olur.

Kardeşi Tevfik çete reisidir. Vatan için mücadele ederken menfaat ve gururu Onu da ağabeyi ile birlikte devlete karşı mücadele ettir. Reşid ise kardeşleri ile birlikte mücadele ederken Ankara'da Saruhan mebus olarak göreve devam eder.


İlginç Noktalar:


Tarık Buğra’nın yazdığı eser tarihi bir romandır. Birinci Dünya Savaşı’ndan Kurtuluş Savaşı’nın sonuna kadar olan tarihi süreci anlatmaktadır. Bu tarihi süreç zaman zaman gerçek kişi ve olaylarla birlikte ifade edilmiştir. (Çerkes Etem, Çakırsaraylı vb.). Roman olarak kurgulanan eserde verilen tarihi bilgiler resmi tarihle örtüştüğü gibi konuya farklı bir bakış açısı da getirilmiştir. Tarık Buğra savaşın insani yönünü ön planda tutarak tarihe ışık tutmuştur. Bir taraftan Birinci Dünya Savaşı’nda yenilen Osmanlı anlatılırken, diğer taraftan savaşta bir kolunu kaybeden Çolak Salih’in şahsında savaşın kuru bir bilginin dışında insani boyutunu gözler önüne serer.


Romanda bağımsızlık mücadelesi, umut, hasret, eski-yeni çatışması temaları tespit edilmiştir.


Küçük Ağa romanının ana teması, bağımsızlık mücadelesidir. Savaştan mağlup ayrılan Osmanlı Devleti her yandan düşman işgaline uğramış, İstanbul işgal güçlerinin eline geçmiştir. Bu durum altında ülkenin kurtarılması için Anadolu topraklarında Kuvayımilliye adı altında bir yapılanma ortaya çıkar. Eserde bağımsızlık mücadelesi Kuvayımilliye tarafından temsil edilir. Eserde öncelikle Kuvayımilliye’nin ortaya çıkması ve bu ortaya çıkışın sancılı olduğu, güçlenmesinin, halka sevdirilmesinin ne güçlüklerle gerçekleştirildiği anlatılır. Kuvayımilliye bir kurtuluş hareketidir. Fakat bunun bir kurtuluş hareketi olduğunun halka anlatılması gerekmektedir. Bir taraftan Kuvayımilliye yandaşları ülkeyi kurtarmak için canla başla mücadele ederken, öbür taraftan o esnada Osmanlı İmparatorluğu’nu yöneten İstanbul Hükümeti tarafından hain olarak ilan edilirler. Eserde Kuvayımilliye ile İstanbul Hükümeti arasındaki bu çatışmalar ele alınır.


İşgal altındaki ülkede umutların hep canlı kalması gerekmektedir. Tarık Buğra, “Çok geç vakitlerde sahipsiz sokakların sessizliğini naralar, Rumca ve Ermenice naralar parça parça delik deşik ederdi. Ve beşikteki çocukların, kanıayaklı kızcağızların korkmamaları lâzımdı.” (a.g.e. :8) diyerek beşikteki bebeklerin korkmaması gerektiğini, güçlü olmaları gerektiğini vurgular. Ali Emmi savaşta bir kolunu bırakarak dönen Çolak Salih’e zafere olan inancını şu şekilde açıklar:“Yürekli ol Salih’im, yürekli. İmanını yitirme. Allaha dayan ki sırtın yere gelmesin. Bak bakayım etrafına! Hadi bak< Önce bana bak istersen. Bi ayağı çukurda Ali emmi< Ne tutar beni ayakta? Tahsin ağanı bildin mi? Benim oğlum. Otuz yaşındaydı. Ümüğünden tuttu mu ayıyı boş çuval gibi yere sererdi. İki oğlu, bi kızı var. Onlar şinci analarıyla kaldı. Tahsin nerde? Mezerini bile bilmem< Ne tutar sandın beni ayakta” (a.g.e. :41)


Payitaht yanlısı olan İstanbullu Hoca da halka umut vermektedir, bu zor günlerin bir gün geride kalacağını anlatmakta ve halka ümit aşılamaktadır. İstanbullu Hoca meşhur hutbesinde ülkenin halinden bahsettikten sonra ülkenin durumu için “Vahimdir. Ammaaa< Senin bilmediğin kadar da ümit doludur. Çünkü görmediğin, gaflet ve dalaletinle inkâra meylettiğin imkânlarla doludur.”(a.g.e. :92) diyerek halkın ümidini canlı tutmaktadır.


Tarık Buğra, eserinde savaşa gidip dönmeyen eş, baba, kardeş, dayı hasretini ele alır. Her evden harbe gidenler vardır. Gidenlerden yıllardır haber dahi alınamamaktadır. Her evin yollarını gözlediği birileri vardır. “Aylardan beri her ev kocaman bir göz olmuş, yollara dikilmişti: Her evin beklediği biri vardı, bir yavuklu, bir koca, bir oğul, bir ağa veya dayı..”


Yazar bu bekleyişin artık bir zorunluluğa dönüştüğünü belirtir. Bu hasret artık bitmek zorundadır. Bekleyenlerin tahammülü kalmamıştır. Bir yandan fakirlik, diğer yandan işgal güçleri; öte yandan yıllardır dost bildikleri komşu Rum ve Ermenilerin ihaneti halkta tahammül bırakmamıştır. Ve artık geride kalanlar gelmelidir. “Sonra gelmeleri gerekti, şarttı artık. Yoksa pırıl pırıl Akşehir kendi üzerine kapanan bir mezar olur çıkardı. Buna az bir şey kalmıştı.” (a.g.e. :7-8)


Küçük Ağa romanında işlenen bir diğer tema da eski-yeni farklılıklarıdır. Bu farklılaşma daha çok eski, güçlü Osmanlı dönemi ile Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki güçsüz Osmanlı döneminde özellikle Rum ve Ermenilerin değişen davranışlarında ortaya çıkar. Eserin başında Salih harpten Akşehir’e döndüğü vakit Akşehir’de görülen değişimi fark eder. Akşehir’de Rumca konuşmak bir ayrıcalıktır. “Ağzından kaçırıvermesine sebep belki de onun çırak ve kalfaları ile ikide bir Rumca konuşması idi. Eskiden böyle yapmazlardı. Çarşıda, sokakta, hatta meyhanelerinde hep Türkçe konuşurlardı.” (a.g.e. :32)


Eserde vurgulanan bir başka değişim ise savaş sonrası perişan olan Osmanlı’nın tersine Rum ve Ermenilerin gittikçe zenginleşmesidir. Akşehir’de Müslüman halk yiyecek ekmek bulmakta zorlanırken Rumlar ve Ermeniler meyhanelerde gününü gün etmektedirler.


Tarık Buğra, Akşehir’deki Gâvur Mahallesindeki farklılıktan da bahseder. Gâvur Mahallesi Ermeni ve Rumların yaşadığı mahalledir. Eskiden kendi halinde, Akşehir’in bir parçası olan bu mahalle artık Akşehir’den iyice ayrılır olmuştur. Acılar, sevinçler, hüzünler ortak değildir. Osmanlı’nın çöküşü Akşehir için bir ölüm sessizliği iken, Gâvur Mahallesi için bir bayram şenliği olmuştur


Detaylı Özet


Akşehir kasabasında yıl 1919 baharı. Halk yoksulluğu en ağır şekilde yaşarken bir taraftan da cepheden, hastaneden gelecek evlatlarını, eşlerini, kardeşlerini beklemekteydi. Bu kasabanın en canlı mahallesi gâvur mahallesiydi. Rumca, Ermenice şarkıları buradan duymak mümkündü. Memleketin sıkıntılı hali burada yaşanmıyordu. Memleketin yeni sahipleri bunlar mıydı? Bu konu ve bu mahalle hep merak konusu olmuştu.


Tren Halep'ten topladığı savaş mağdurlarının en yıkılmışını Akşehir istasyonunda bırakır. Salih bir kolunu kaybetmiş olarak gelir. Onu Niko karşılar. Niko ile çocukluk arkadaşıdır. Farklı inançlara sahip olsalar da arkadaşlıkları hiç bozulmamıştır. Salih'e yiyecek bir şeyler ikram eder. Eve götürmesi için de ona erzak hazırlar. Salih fazla kalmaz. Anasını görmek için kasabaya gider. Daha önce üç kız, iki erkek çocuk ile kalabalık olan ev şimdi yalnız anasının yaşadığı bir yerdir. Kızlar evlenmiş, ağabeyini cephede kaybetmiş, babasının ölüm haberini de harpteyken almıştır. Anası tek kalan oğlunu sevinçle karşılar. Kolunu kaybetmesi, yüzündeki yaralar sevincini buruklaştırır.


Ertesi gün Niko Salih'le birlikte dışarıya çıkarlar. Niko kafasındaki düşünceyi Salih'le paylaşır. Salih den sahip oldukları bahçeyi eniştesine satmasını ve yeni bir iş kurmasını ister. Salih gevura toprak satılmasının günah kadar kötü görüldüğünü bilir ve bu toprakların kendisi yokken böyle satılmış mıydı acaba diye aklından geçirir. O yokken neler olmuştu... Niko'nun teklifini düşüneceğini söyler ayrılırlar. Mahallenin kahvesine gider. Tanıdıklar vardır. Salih'den harbin, memleketin, kasabadaki İngilizlerin aynı sıkıntıları yaşamamaları, yoksulluğun hesabını sorar gibi ona yüklenirler. Kimse ona gazi, kahraman, fedakâr gözüyle bakmamış çolaklığı ile dillere düşmüştü. Bu tavırlar Salih'in iç dünyasına kapanmasına eden olur. Bunlar halkın açıklayamayacağı sorulardır. Kendini meyhaneye atar. Niko ile sabaha kadar içerler. Daha sonra buruklaşır nedensizce hıçkır hıçkıra ağlar.


Akşehir yoksulluktan biraz olsun kurtulmuş, çarşı hareketlenmiştir. Zat-ı Şahane'ye dua için kımıldayan dudaklarda canlılık vardı. Ama kırgın gönüllerde eksik değildi. Üst makamlardan gelen haberler, gazete yorumları, İzmir'in işgali halk arasında konuşmalara, çene ve kafa yormalarını geçmezdi. Ümit var mıydı bilinmez ama sualler cevapsızdı.


Müftü kasabaya İstanbul'dan âlim, fâzıl, kâmil bir hoca geleceğini ve Akşehir'in payitahta karşı bağlılığın yenilenmesi ve kuvvetlenmesi için vesile olacağını söyler. Çünkü devletin desteklediği bir hocadır. Yaşı küçük ama vakarlı duruşu, kendinden emin tavırları ve bilgisi ile geldiği gün halkın sevgisini, saygısını kazanır. Boyun bükmeyen, el ovuşturmayan, göz kaçırmayan bir alçakgönüllülüğü vardır. Adı Mehmet Raşit Efendi fakat lakabı İstanbullu hoca olarak kalır. Vali Cemal Bey ve Müftü Bey kendilerinde misafir ederler. Her ikisi de tanıdıkça ne kadar kıymetli bir şahıs olduğunu ve dinine, halifeye ve padişaha ne kadar bağlı olduğunu anlarlar. Hoca İslam âleminin içine düştüğü sıkıntılı durumu da Allahın inayeti ve halifenin dirayeti ile kurtulacağına inanan bir şahsiyettir. Akşam eşrafında katıldığı sohbetler de hocanın derin ilmi bilgisi ile sevgi, saygı, ferahlık, gayret, iyimserlik havası yaşanır ve bu hava tüm kasabada hissedilir. Devlet için gelecek iyi günler bekleniyor ve İslam'ın ümit veren ayetleri tekrarlanıyordu. Bu günler ittihat günleri idi.


Akşehir'in yetiştirdiği ilk doktor cepheden gelir. İçine kapanık olan Haydar Bey savaştan sonra iyice iç dünyasına kapanmıştı. Kasabada herkes ziyaretine gelir. Fakat o cephede savaştığı arkadaşı Salih'i sorar. Kimse Salih den iyi bahsetmez. Kötü alışkanlıkları, vurdumduymaz tavırları ve son olarak Niko'ya toprak satması kasabanın nefretini kazanması için yeterli olmuştur.


Halk arasında memleket haberleri kulaktan kulağa konuşulurken bu söylentileri keyfince, inanç ve dileklerine göre yorumluyorlardı. Bir ara etrafı eşkıyaların sardığı, köylere baskın yaptıkları haberleri dahi yayılmıştı. Kimse hüküm vermiyor, çözüm üretmiyor yalnızca konuşuyorlardı. Derman İstanbullu hocadan bekleniyordu. Hoca yaşananlar hakkında cuma günü konuşma yapacağını bildirir. Kendiside yeni meselelerle karşı karşıya kalmıştır. Derin derin düşünmek, araştırma yapmak, yeni bakış açısı kazanmak gerekliydi. Zira ülkenin içinde bulunduğu durum yeni fikirler üretmeyi gerektiriyordu.


Salih'te gidecektir. Tanıdıklar Salih'i hor gördüklerinden yeni açtığı kahveye uğramazlardı. Kahvede tek kaldığı bir gün kendini içmeye verir. Artık eskisi gibi düşünmez, konuşarak anlamaya çalışır. İçindeki huzursuzluğu içerek bastırır. Hocaya da hesapsızca padişah taraftarı olduğu için tepkilidir. Padişahın, devletin ona ne verdiğini, geriye kalanın kopan kolu, bozuk ruh hali, kendine düşman olan halk olduğunu düşünür. Ama her şeye rağmen bu kötü alışkanlıkları arasında hala kaybetmediği duyguları vardır. İmanı, dini, memleket sevgisi fakat bunlara kendisinin layık olmadığını düşünür. İçkisini bitirir yalpalayarak dışarı çıkar. Niko'nun meyhanesine gider. Meyhane kapalıdır. Tuhafına gider ve arka kapısına dolanır. İçerden fısıltılar gelmektedir. Kulak kabartır ve papazın sesini duyar. Papaz Trabzon Pontus Rum Devletini kurma fırsatı bulduklarını söyler. Aralarında Niko'nun sesini de duyar. Devleti kurma işinde Akşehir Rumlarından da yardım beklediklerini söyler. Niko bunun için İstanbul'a gideceğinden bahseder. Bir kutlama havası yaşanır. Salih bu konuşmaları hemen biri ile paylaşmak ister. Çevresindekiler ona ve söyleyeceklerine değer vermeyeceklerini bilir. Onun için İstanbullu hocaya gitmek ister ama sarhoştur vazgeçer. Hala bir şeyler yapabileceğine inanır. Eve gider ve ağlayarak yatağına uzanır.


Cuma günü gelmiş halk hocanın konuşmasını dinlemek için camiyi doldurmuştur. Salih ve doktor da oradadır. Konuşmasına gür bir ses ile başlar. Çetelerden, Kuvâyi Milliye den üstü kapalı örnek vererek birlik olmanın önemini anlatır. Bu küçük topluluklara nifak olarak baktığından, devlet dışı hareketler olduğundan ve tek bir fikir olarak hareket etmek gerektiğinden bahseder. Doktor hocanın söyledikleri karşısında hocaya itirazını sunarak sorar. Kuvâyi Milliyenin devlete karşı olmadığını aksine çetelerle mücadele ettiğinden bahseder. Hoca her şekilde doktora cevap vermeye çalışır. Doktor cemaat arasında fazla dikkat çekmemek ve tepki almamak için konuşmayı uzatmadan hocayı onaylıyor gibi yapar. Zira halk hocaya güvenmektedir.


Salih meyhanede duyduklarından derinden etkilemişti. Ben ne yapabilirim sorusuna cevap aramaya başlar. Artık her gün sabah olmadan talim yapmaya gider. Atış talimi yapar. Sol kolunu güçlendirmeye çalışır. Bir şey yapmak için önce kuvvetli görünmek gerekirdi. Bunun için çok çalışır ve bu sorusunun cevabını doktorun bileceğine emindir.


Salih ertesi akşam duyduklarını anlatmak için doktorun arkadaşları ile buluştuğu eve gider. Altı kişidirler. Salih Pontus Rum devletinin kurulması ile ilgili duyduklarını anlatır ve bende bir şeyler yapmak isterim der. Doktor onun Ali emmiye gitmesini ve o ne isterse yapmasını ister. Ali emminin hoca taraftarı olduğunu bilir ama anlar ki iş öğle değildir. Herkes kimle ne görüşeceğini kararlaştırır ve ayrılırlar. Bu arada hoca doktorun evine zabitleri göndermiş arama yaptırmıştır. Doktor aranmaktadır. Buna rağmen Doktor Salih'le beraber hocanın evine giderler. Evini bekleyen zabitlere görünmeden hocayla konuşur. Hocaya arkadaşları ile birlikte Kuvvâcı olduğunu, milleti, vatanı ve halife için çalıştıklarını, halkın çoğunun kendilerini gizliden desteklediğini ve aleyhlerin de konuşma yapmamasını söyleyerek tehdit eder. Akşam yatmadan önce hoca evlendiği eşinden bir çocuğu olacağını öğrenmiş ve bu tehdit karşısında sorumluluklarının arttığını düşünür ve ölmek istemiyorum der. Doktorun hareketini haklı çıkarmak için sebep arar. Osmanlıyı düşünür, ihaneti hak etmemiştir.


Doktor arkadaşları ile buluşur ve atları ile yola çıkarlar. Yolda karşılaştıkları guruplarla yirmi sekiz kişi olurlar. Tüm bu emekler, isimler unutulacaktı ama zafer ve şehitlik baki kalacaktı. Her şeyde bunun içindi. Gittikleri Ortaköy de Ceza Reisi Mehmet Bey çiftliği onlara karargâh olarak verir.


Bursa'nın Yunanlılara düşmesi ortamı hareketlendirir ve kadın çocuk demeden eli silah tutan herkes cepheye gider. Osmanlının kalesi düşmana bırakılmayacaktı. Kasabada Ali Emmi, Küçük Hacı eşliğinde toplantı yapılır. Maksat Kuvvanın çete olmadığını, düşmanla mücadele ettiğini, devletin bekası için çalıştığını ve bu birliğe katılmak gerektiğini anlatmaktı. Daha sonra Reis beyde katılır ve Reis beyin bu düşüncelere katılması ile oradakilerde ikna olur. Bu olumlu haber Salih ile doktora iletilir. Salih aktif olarak cephede görev almak istese de haber taşıma görevi ona verilir. Doktor ve arkadaşları Konya da isyan çıktığını öğrenirler ve oraya gitmek üzere çiftlik den ayrılırlar.


Ali Emmi ve arkadaşları toplandıkları akşam konuşmaların burada ve gizli kalması için oradakileri sıkı tembihler. Fakat Kör Hüseyin hocaya gider ve her şeyi anlatır. Bundan herkes haberdar olur. Küçük Hacı ağzını yoklar ve her şeyi itiraf eder. Akşehir'i Çakırsaraylı ve çete arkadaşlarının baskın yapacağını işitenler hocanın öğrendiği bilgiler üzerine hocanın bu çeteyi çağırdığını düşünürler. Halkın bunu kaldıracak gücü yoktur. Bunun için hocayla konuşmaya ve bu arada yardım için Konya da bulunan Kuvva birliklerine de haber göndermek isterler. Yola çıkmak için Salih ve Küçük Hacıyı, hocayla konuşmak içinde Reis bey ve Ali Emmi görevlendirilir. Hocayla konuşurlar fakat hoca bu söylenenlerin iftira olduğunu söyler ve öfkelenir. Bunu üzerine Reis Bey her şeye rağmen Çakırsaraylı'nın baskın yapmak istese de hocanın çevresinden çekinebileceğinden ve gelemeyeceğinden bahseder ve bunun için bir mektup yazmasını ister. Hoca mektubu yazar ve Reis Bey mektubu götürmek için yola çıkar.


Öncesinde Reis Bey hocaya halka kulak vermesini, kendi düz düşüncesinden sıyrılmasını söyler. Hoca söylenenleri düşünse de yanıldım demekten yoksundur. "Hükümet, damat Ferit ve nazırların birçoğu işgal kuvvetlerin oyuncağı olduğunu biliyordur ama buna mecburdurlar. Her zaman zor zamanlarda çeteler vardı ama Osmanlı ruhu bu engelleri aşabilirdi. Onsuz İslam âlemi düşünülemezdi. Kuvvâyı Milliye kötü değildi ama diğer çetelerden faklıda sayılmazdı. Zira zaferi kazansa da bu başarıyı devlete verecek değildi ve bu sonuçta yeni efendiler doğuracaktır" Tüm bu düşünceler onu inandıklarından uzaklaştırmaz. Aklını hemen toparlar ve halka sunacağı konuşmaya hazırlık yapar.


Reis bey mektubu vermek için Çakırsaraylı ile görüşür. Çakırsaraylı onu sıcak karşılar. Reis bey yaptığı baskınların kardeşkanı dökmekten farksız olduğunu, kapıya kadar gelen düşmana silah sıkmak gerektiğini, halka zulüm yaptığı sürece düşmanın bir gün kendisine de geleceğini, sahip olduğu gücü Kuvvâyi Milliye ile birlik olup düşmanı tepelemesi gerektiğini söyler. Karşı çıksa da kafası karışır. Yanındaki adamları ve Hurşit ağa bu söylenenleri sıcak karşılar. Mektubu verir ve oradan ayrılır.


Cumadan önce Doktor ve arkadaşları hocanın evine giderler. Antep Maraş Konya tamamen Kuvâyi Milliyeye katılmıştır fakat Akşahir ve çevresi direniyordur. Bunun tek sebebi de hocadır. Fuat Paşa onun için ricalarda bulunmuş fakat işe yaramayınca Kuvvacılarla emir göndermiştir. Hoca bu emri tanımadığını söyler. Artık hoca için vur emri çıkar.


Cumadan sonra hoca konuşmasını ustalıkla yapar. Aslında memleketin durumu hakkında yerinde söylenmesi gerekenleri ve doğru olanları söyler. Fakat Kuvâyi Milliye hakkında hoş olmayan iddialarda bulunur. Kuvvanın Bolşevik Rusya ile birlik olduğunu söyler. Daha önce kararlaştırdıkları gibi Reis Bey söz alır ve bu söylediklerinin asılsız olduğunu ve ispatlanması gerektiğini zira Sadrazam efendinin emri ile hoca için gelen İngiliz başkanlığındaki heyetin hocayı başarılarından dolayı tebrik ettiğini ve ona müşküllerini çözebilmesi için altın teklif ettiklerini, bu altınları hoca almasa da aldığını söyler. Hoca bunun iftira olduğunu söylese de Reis Bey konuşmasına devam eder ve nasıl bunun için ispat gerekiyorsa kendi iddiaları içinde ispat ister. Halk Reis Beye hak verir.


Erzurum ve Sivas kongresi, Kuvâyı Milliye'nin Fuat Paşa ve kabinesini düşürmesi, Damat Paşanın istifası Ali Rıza Paşa ile pazarlıklar. Kısacası Türkiye bayrağını ve hedefini aramaktaydı. Bu arada Mustafa Kemal başarıları ile doğmakta idi. Kuvâyı Milliye halkın beklediği kahramanı bulmuş ve onunla daha da büyüyeceğini bilir.


Artık İstanbullu hocayı vurmak için tetiği kimin çekeceği konuşulur. İstemeseler de bunu yapacaklardır. Cuma günü Yüzbaşı Hamdi ve arkadaşları bu iş için camiye gider. Hocayı dünden beri ortalıkta gören olmamıştır. Hocanın kaçtığı öğrenilir.


Muhtara Hocanın gizliden vurulacağı haberi verince onu sevenler Çakırsaraylı'nın yanına sığınmasına yardım ederler. Burada bir süre kalır ve belinde silah adı da artık Küçük Ağadır. Dünün İstanbullu Hocası bugünün Küçük Ağasıdır. Sarsıntılı bir haftadan sonra yeni bir kadere mahkûmdur ve bunu da kabullenmiştir. Fakat Çakırsaraylı'nın yaşam tarzı, birinin gölgesinde yaşamak ve baskınlarda bulunmak ona göre değildir. Kendi kararlarını kendi vermeliydi. En kısa sürede buradan ayrılmalı kendi düzenini kurmalıydı. Düşündüğü yeni hayatı için silah kullanmayı, ata binmeyi öğrenir. Kısa sürede savaş adamı olur.


Fuat Paşa hocanın izini bulur ve Çakırsaraylı çetesi ile yakalanmasını ister. Doktor ve arkadaşları bulundukları köye baskın yaparlar. Çatışma onunda Çakırsaraylı kaçar. Zaten hocada köyde yoktur. Üstelik ağır yaralıları da vardır.


Akşehir ve çevresini temizleme kararı alırlar. İlk iş kasabada her şeye hükmeden Pehlivan ve adamlarını yakalamaktı. Müftü Pehlivana yardım emiş ve Kuvvaya karşı çete kurmasını sağlamıştı. Çete, Reis Bey ve Ali Emmiyi de hapse atmış ve idam içinde karar vermişlerdi. Fuat Paşa da Müftü ve Pehlivanın yakalanmasını ister. Nazım ve Yüzbaşı Hamdi önderliğinde Kuvâyi Milliye birlikleri her ikisini de kısa bir çatışma ile yakalarlar. Halk içerisinde kurulan mahkeme sonucu idam edilirler.


Kuvvacılar ertesi gün ve geceyi Akşehir de geçirirler. Hoca her yerde aranır fakat bir iz bulunamaz. Salih arkadaşları ile hocayı bulma işini üstlenir. Ali Çavuş ile konuştuktan sonra söylemlerinden şüphelenir ve hocanın yerini bildiğini iddia eder. Biraz ısrardan sonra Ali Çavuş, hocanın yerini söyler.


Yıl 1920. Yunanlıların ve ordusunun istekleri, zulmü, ilerleyişi devam etse de umulduğu kadar başarılı olmuyordu. Kuvâyı Milliye ve Nizamiye müfrezesi varlığını büyütür ve büyük işlere imza atarlar. Bu sırada Ankara da kurulacak meclisin hazırlıkları yapılır. Adaylar seçim günü için titizlikle seçilir. İlk millet meclisine Aksaray'dan aday adayı seçilir.


Ethem, Tevfik ve Reşit adlarında ki Çerkez kardeşler düşmana karşı yaptıkları baskınlardan dolayı efsaneleşir. Küçük Ağa da yanında adamları ve Salih ile Tevfik beyin müfrezesine katılırlar. Başarılar elde etseler de Küçük Ağa bu kadarla yetinmeyip büyük işler yapmak ister. Bu baskınlar devam mı etmeliydi yoksa köy köy dolaşıp iyi bildiği işimi yapmalıydı. Salih de üzerine gider ve hakkı irşat mı, düşmanlarla vuruşmak mı, bir karar vermeliydi. Küçük Ağa Çerkez Ethem'e katılmaya karar verir. Zira Çerkez Ethem çok daha kuvvetlidir ve çok daha iyi şeyler yapabilecektir. Tevfik Bey Küçük Ağanın yetkilerini genişletir çünkü onu kaybetmek istemez. Fakat Küçük Ağanın kazandığı başarılar Ethem Beyin güvenini kazanmasını sağlar. Bunlar Ankara'ya kadar duyulur. Bu arada Salih'in Eskişehir'e tek başına gidip Kurtuluş hareketi aleyhinde ki tutumuyla bir dert olan Mutasarrıfı, evine gidip tehdit etmesi onu meşhur eder.


İsmet Paşa inatla Ethem ve kardeşlerin yetki ve itibarını azaltmak, sonunda da cephe kumandanlığına bağlı bir müfreze haline getirmek ister. Bunu bildiği için Tevfik Bey verilen emirleri kabul etmez. Bu kararı karşısında Küçük Ağa, ona haklı olduğunu fakat şahsi düşünmemesini, zaman memleket ve millet davası olduğunu, İsmet paşaya yapacağı tavrın Ankara'ya yapmış gibi olacağını ve düşmanı karşı bir orduya sahip olması gerektiğini söyler.


Küçük Ağa, Doktor veya Yüzbaşı Nazıma burada olanları anlatması ve ailesinden haber almak için Salih'i Akşehir'e gönderir.


Ankara da Ethem Beyin taraftarları İsmet Paşaya baskılar yapar. Garp cephesi Kumandanlığı ile Tevfik Bey arasın da harp ilan edilir. Küçük Ağa bu arada Ankara ile irtibat halindedir. Pehlivan için Ankara'ya "adamımızdır" diyecekken Ankara'yı aldattığını, Tevfik Bey için çalıştığını ve Tevfik'in harekete geçeceğini ve Ankara taraftarı olanları temizleyeceğini öğrenir. Topal İsmail'in de onlarla birlik olduğunu fark eder.


Küçük Ağa yanına en güvenilir adamlarını alarak Topal İsmail ve Pehlivan'ı öldürür. Yaralı halde tevik Beye sığınır. Bu sırada Küçük Ağa, birkaç adamını Yüzbaşı Nazımın yanına gönderir. Bunların ortadan kaybolmasından dolayı Tevfik Bey bu cinayetleri onlardan bilir. Küçük ağadan kuşkulanmaz.


Salih Akşehir'e gelir. Eski anıları onu karşılar ama eski Salih'e göre kendini daha kuvvetli hisseder. Niko'yu hatırlamakta onu kuvvetli kılar. Zira artık onunla karşılaşmak ve harp meydanın da ihanetinin bedelini sormak için yaşadığını bilir. Kasabada dolaşırken Ali Emminin hasta olduğu haberini alır. Reis Beyle birlikte Ali Emminin yanına gider. Yüzbaşı Hamdi ve Yüzbaşı Nazım beyin kedisine verdiği görevi yerine getirir. Ali Emmi ve Reis Beye, "Çerkez Ethem ile kardeşlerinin kötü bir oyun hazırladıklarını, onların lehinde konuşmalarını, sağda solda nizamiyenin lüzumu yayılsın hatta Çerkez'i de öteki çeteleri de kötüleyin derler" mesajını iletir. Küçük Ağaya da iletmek için ailesi hakkın da bilgi edinmek ister. Emine'nin eşinin ölüm haberi geldikten sonra evlendirildiği haberini alır. Bu haberi nasıl vereceği üzüntüsü içinde Akşehir'den ayrılır. Bu sıra da Ali Emmi ağırlaşır ve vefat eder. Reis bey Ali Emminin doktoru Hıristiyan Minas Efendi içini döker. Kendisini Osmanlı gören ve bu vatana sadık olan gâvurların olduğu gibi ihanet eden gâvurlarında olduğunu ve harp zamanı ve harp sonrası bu kişilerin ayırt edilemeyeceğini, kendilerine çok zarar verdiklerinden şikâyet eder.


Küçük ağa Tevfik Beyin yanında biraz olsun dinlenir. Olanlardan sonra Çerkez Ethem kardeşinin yanına gelir. Olaylar hakkında bilgi alır. Küçük ağa ile de tanışır. Çerkez Ethem Ankara'ya karşı harekete geçmek ister. Kendisini vazgeçilmez, kahraman, saygıyı hak ettiğini, Ankara'nın ve milletin yaptığı başarılardan dolayı minnet duyulması gerektiğini düşünür. Şartlarını Ankara'ya kabul ettirdikten sonra istediği saygınlığı kazanmak için bir mücadele girişir. Artık Ankara ile Yunanın farkı yoktur onun için. Çevresindeki çete reisi ve üyelerinin devlet tarafından tek tek yakalanması onu tedirgin eder ve tedbirler almak ister. Çevredeki ağaları toplar ve kendisi ile birlikte Ankara'ya karşı mücadelesinde yanında olmaları için bir karar vermelerini ister. Küçük ağa kararlarını verirken ağalarla konuşur. Onların hür olduklarını ve meselenin Ethem veya İsmet paşa olmadığını, vatan ve millet için savaşmak gerektiğini söyler. Daha sonra Küçük ağaya bazıları gelerek cepheye gitmek istediklerini söyler. Küçük ağa dikkat çekmemek için farklı zamanlarda ayrılmalarını ve köylerinde yapacak işlerinin olduğunu söylemelerini ister.


Ethem yanından ayrılmak isteyenleri bırakır. Küçük ağa kalacağını söyler. Ethem beyin hoşuna gider. Küçük ağanın amacı yapacağı saldırıyı durdurmaktır. Ethem hazırlığını yapar ve önce Kütahya'yı almak sonra Ankara'ya gitmek ister. Küçük ağa daha önceden Kütahya'da ki birliklere saldırıyı bildirmiştir. Kendi emrindeki birlik ile Kütahya'ya saldırırlar. Tam bir saldırı olmaz ve kısa sürede Küçük ağa birliği ile Kütahya'da ki savunma birliklerine katılırlar. Ethem adamları ile kaçmak zorunda kalır. Daha sonra Ethem'in Yunanlılara teslim olduğu haberi gelir. Ethem hikâyesi bitmiştir. Küçük ağanın bu başarısı Ankara'da duyulur. Ankara'ya gittiğin de Yüzbaşı Niyazi ve Doktor ile görüşür. Doktora, Salih'i aradığını ve kendisinin İstanbullu Hoca olduğunu söyler. Doktor, sıkıntılar karşısın da kaçmak varken vatanı için yaptığı fedakârlıklar ve başarıları için kendisine hayran kalır ve takdir eder. Öğrendiği sırrı ebedi saklayacaktır.


Küçük ağa Ankara'da ki karmaşıklığı görür. Buranın bir düzene ihtiyacı vardır. Her şey, herkes olması gerektiği yerde değildir. Yönetim karışıklığı vardır. Vatanperver ile menfaati olan karışmıştır. Burada mı yoksa cephede mi kalmalı derken zaman geçmiş Ankaralı olmuştur. Fevzi paşa onu yanına alır. Akşehir garp cephesi olunca kendini bura da bulu verir. Akşehirliler onu tanımaz. İstanbullu hocanın hikâyesini dinler. Emine'nin evlendiğini ve ince hastalığa yakalandığını öğrenir. Emine hocanın geldiğini öğrenir ve çocuğunu ona emanet eder. Emine vefat edince oğluna sahip çıkar. Üzüntüsü ile Ankara'ya döner ve mücadelesine büyük kararlılık ile devam eder.


Çıkabilecek Sorular:


1-Köylü neden İstanbullu Hocadan yardım istiyor?

2-Eserin konusu nedir?

3-Harpten geldikten sonra Salih’in iç dünyasına kapanmasının sebebi nedir?

4- İhtiyar Rus'un ölüm sebebi nedir?

5- Bekir her zamanki gibi tarlada işini bitirmiş, evine dönüyordu. Giderken yolda gördüğü iki kişi, köylerine hangi amaçla gelmişlerdir.

 
 
 

Comments


Featured Review
Tag Cloud

Copyright @ 2017 - Ozetdunyasi.com Bütün Hakları Saklıdır.

  • Grey Facebook Icon
  • Grey Twitter Icon
  • Grey Google+ Icon
bottom of page